Rektör kimdir? Ne iş yapar? Bir Üniversite Nasıl Olmalıdır?

Kemal Bıçakcı
3 min readFeb 3, 2021

Lisans eğitimini Türkiye’de, Lisansüstü eğitimini ise ABD’de tamamlamış, halen ABD’de profesör olarak başarılı çalışmalara imza atmakta olan ve tipik bir beyin göçü örneği olduğunu düşündüğüm bir arkadaşım var. “Sabbatical” iznini ülkemizin en üst diliminde yer alan ismi bende saklı bir üniversitede tamamlamasına az bir süre kala kendisini ziyaret etmiş ve sormuştum: “Türkiye’de ve bu üniversitede kalıcı olarak çalışmayı düşünüyor musun?” Acaba spontane olarak mı cevap vermişti yoksa çokça düşündükten sonra mı bu cevabı hazırlamıştı hala merak ederim. Her hatırladığımda beni tekrar derin düşüncelere gark eden şu cevabı vermişti: “Üniversite’ye alınacak damacana suyun markasına rektörün karar verdiği bir üniversitede çalışmak istemiyorum”.

O zaman, “Peki sen Amerika’da çalıştığına göre oradaki rektörlük müessesi nasıl işliyor? bir anlat bakalım” diye sormamıştım. Ama bu sorunun cevabını Henry Rosovsky tarafından yazılmış, Türkçe’ye çevrilmiş ve Tübitak yayınları arasında basılmış olan Üniversite: Bir Dekan Anlatıyor adlı kitapta rastladım:

“Bir rektör üniversiteye Olimpos’un tepesinden bakar. Konuları deşer, zayıf yanları saptamaya çalışır, düzeltmeler önerir. Dekanların omuzlarına basarak uzaklara göz atar, ortaya çıkan sorunlara ve fırsatlara yıllar, bazen beş ya da on yıl, hatta daha uzun bir zaman perspektifinde yanıt verebilir.”

Henry Rosovsky Harvard Üniversitesinin en büyük fakültesi olan Fen ve Edebiyat Fakültesinde onbir yıl dekanlık yapmış bir kişi (ve hala sağ ve 93 yaşında). Yukarıda adı geçen kitabını ilk defa 1995 yılında okumuştum. Sonraki her 3–5 yılda bir tekrar okumaya gayret ediyorum. Bu kitap tekrar elimde. Bundan sonraki bir iki yazımda da yine bu kitabı konu etmeyi planlıyorum. Bence bir üniversite nasıl bir yer olmalıdır diye kendilerine soranlara ve bilhassa akademisyenlere ve yöneticilere bir başucu kaynağı olacak derecede ufuk açıcı bir kitap.

Henry Rosovsky

Blog yazılarını fazla uzun tutmak iyi bir fikir değil. Yazı uzadıkça sonuna kadar sabredip okuyabilenlerin sayısı da o oranda düşüyor. Bu kısa yazıyı yine kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum:

Kitabın baş taraflarında niye dünyadaki en iyi üniversitelerin üçte ikisi ABD’dedir sorusuna cevap arıyor Prof. Rosovsy. Uzun bir analiz yapmış. Ama benim için çarpıcı olan kısım şu: “Bu sistemin iki noktası üzerinde durmak lazım. Bölüm başkanları, dekanlar, rektör yardımcıları gibi üst ve orta düzey yöneticiler göreve seçimle gelmezler. Atamayla göreve başlarlar ve işlerine son verilebilir. Bu, işin püf noktasıdır, çünkü öğretim üyelerince yapılan seçimler genellikle zayıf liderlerin iş başına gelmesine yol açar. Aklı başında hangi profesör kendi dalında bütçe kesintileri yapılmasına öneren bir dekan adayına oy verir?”

İkinci kısmı uzatmamak için yazmayacaktım ama aklınıza niye tam bu noktada alıntıyı kestin diye bir şey gelmesin diye o kısmı da kısmen yazayım bari: “İkincisi, hem özel üniversitelerin hem de kamu üniversitelerinin bağımsız denebilecek mütevelli heyetleri vardır. Böylece kurumlar devlete bağlı olsa bile, bunları siyasi etkilerden büyük ölçüde korurlar… Daha demokratik uygulamalarla herşeyin daha iyiye gitmeyeceğini artık biliyoruz…

Not: Bu yazının ilk taslaklarını okuyanlardan şöyle bir geri dönüş aldım. Güzel ama ne demek istediğin tam anlaşılmıyor. Demek istiyorum ki nasıl ki üniversitelerin günlük siyasetin tam göbeğinde olması mahsurlu ise (aklı başında hiç kimse üniversitelerin siyasileşmesine taraftar olmaz herhalde), Türkiye’de rektörleri belirleme yöntemini tartışmaktan daha çok ve çok daha önce onların iş tanımlarını düzenlemeli ve iyileştirmeliyiz. Daha da açık ifadeyle; ha X marka damacana su almışız üniversiteye, ha Y marka. Fark eder mi?

Devam Edecek.

--

--