Daha İyilik Ölmemiş Bu Dünyada da!

Kemal Bıçakcı
3 min readDec 10, 2020

Her insanın; çocukluğunda annesi, babası, diğer büyükleri tarafından bolca anlatılan ve bir şekilde kafasına kazınan, kendisine ait olmayan ama kendisininmiş gibi hissettiği hatıraları vardır. Benim de böyle bir hatıram var, şimdi önce onu anlatacağım sizlere.

Babam Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesinden mezun olmuş, bölümü birincilikle bitirmiş. Daha doğrusu normal zamanında — Haziran’da — sadece kendisi mezun olabilmiş. Akabinde, asistanlık sınavı açılmış. Kendisi ve yurtdışında okumuş başka bir kişi başvuru yapmış. Sınavlar sonrasında hocalar iki gruba ayrılmış; bir grup babamın, diğer bir grup ise diğer adayın alınması gerektiğini savunmuş. Karar alınamamış, süreç uzamış ve en sonunda sınav iptal edilmiş. Babam da bu süreçte çok yorulmuş, edebiyat öğretmeni olarak zaten Konya’ya tayini çıkmışmış. Akademik hayatı böylece başlamadan bitmiş. Tabi bitmiş diyorum ama sadece fiziken bitmiş. Ömür boyunca babamın ruhunda yaşattığı ve sayısız kez anlattığı acı bir hatırası olarak bugüne kadar yaşanagelmiş. Ben bu olayı kısaca kaleme aldım ya belki de sonsuza kadar yaşayacak.

Gelelim bana. Bu hatıra ile büyümüş ve farklı zamanlarda en az yirmi kere dinlemiş biri olarak genlerime biraz akademisyen mikrobu kaçmış herhalde. Yüksek Lisans, Doktora derken kendimi Hollanda’da postdoc yaparken buldum. Postdoc kontratımın sonlarına doğru Türkiye’den bir hocamla yaptığım telefon görüşmesi hala hatırımda. Hocam beni yrd.doç. olarak üniversitesine almak istiyor, ben de daha önceden (gerçekten benim olmasa da) bir tecrübem! var ya, tekrar tekrar soruyorum. Hocam diyorum, burada postdoc kontratımı yenileme imkânım var, sorun çıkmaz değil mi atanma sürecinde ben Türkiye’ye gelirsem? Hocam, beni rahatlatıyor, endişe etme diyor, bu iş kesin olacak, ihtiyacımız var, seni mutlaka alacağız. Ben de dönüyorum Türkiye’ye. Lakin olmuyor, çok uzak olmayan bir geçmişte olan bu olayı tüm detayları ile anlatamama sebebimi anlayabilirsiniz sanırım. Çünkü bu yazıda amacım kimseyi suçlamak, birilerini işaret etmek, vs. değil. İyimser bir yazı kaleme almaya çalışıyorum neticede.

Acaba babamın başına gelenler benim de başıma geliyor diye düşünmeden edemiyorum. Kader ağlarını benim için de benzer bir şekilde mi örmüş? Uykularım kaçıyor, zor zamanlar geçiriyorum. Elbette yurtdışında tecrübe edinmiş, dünyaca ünlü Prof. Tanenbaum ile beraber çalışmış birinin endüstride de şans yakalaması mümkün ama ben bir tarafımla biliyorum ki akademik olarak devam etmezsem hep bir tarafımda bir boşluk hissedeceğim. O yüzden başka bir üniversitede (bu sefer bir vakıf üniversitesinde) yar.doç. olarak işe başlıyorum bir süre sonra.

Vakıf üniversitesinde çalışmak mı yoksa devlet üniversitesi mi? Bu soru da kritik önemde ve genç arkadaşlara faydası olabilecek bazı görüşlerim var elbet. Ama bu yazının konusu bu değil. Fakat bilinmesi gerekir ki, bir tarafımda hep devlet üniversitesine geçmek istedim, netice de bir devlet memuru çocuğuyum. Ama duyduklarım, gördüklerim beni aksiyon almakta hep erteletti veya tereddüt ettirdi. Sadece bizzat bir dekan hocamızdan duyduğum bir cümleyi burada paylaşacağım: “Bizler seni bölüme almak isteriz, ama senin farklı bir kanaldan rektörümüze mutlaka ulaşman lazım.” Şimdilik bu kadarla yetineceğim.

Bir devlet üniversitesine akademisyen olarak atanamama travmasının üzerinden tam 15 sene geçmiş. Zaman su gibi hızla akıyor. Bunları niye yazıyorum, çünkü yukarıda yazdığım tatsızlıklar ve de daha fazlası genelleştirilemezmiş, hala torpilsiz, yardımsız, hakkıyla hem de Türkiye’nin en gözde devlet üniversitelerinden birine profesör olarak girilebilirmiş. İstanbul Teknik Üniversitesi Bilişim Enstitüsünde profesör olarak göreve başlıyorum bugün. Doktoramı bitirdiğim ilk günkü heyecanı tekrar yaşıyorum, heyecanım ülkeme ve yeni üniversiteme katkı vermeye başlayabilme adına. Sevdiğim ve severek yapmaya devam ettiğim bir işi bu sefer devlet memuru (!) olarak yapmaya devam edebileceğim için. Sabırsızlanıyorum.

Ve de başta enstitü müdürümüz Prof. Dr. Lütfiye Durak-Ata olmak üzere atanma sürecimde emeği geçen herkese teşekkür ederek bu yazıyı bitirmek istiyorum. Kendisi ile 6 ay öncesine kadar hiç tanışmıyorduk, bir kurulun üyeleri olarak görev almamız dolayısıyla tanışmış olduk. İkiz kızlarımın İstanbul’da üniversiteye başlayacak olmaları vesilesiyle sormam üzerine uzmanlaştığım siber güvenlik alanında arayışlarının olduğunu belirtti hocamız ve süreç hızla ilerledi. Hocamız tabi uzun yıllar önceki acı tecrübemi bilmiyor ve bu yazı ile öğrenecek. Evet, iyilik ölmemiş hala bu dünyada da. Allah’a şükürler olsun. Bir gayeniz var ise ve o gayeniz için samimi çaba harcar iseniz bir şekilde o gayeye er ya da geç ulaşabiliyormuşsunuz. İşleri ters giden, karamsarlığa itilen, torpilsiz, dayısız bu işler olmaz tarzındaki sözleri çok işiten bazı kişilere ve bilhassa genç akademisyen arkadaşlara faydası olabilir, umut verebilir diye bu yazıyı kaleme aldım. Birilerini istemeden kırdım ise kusura bakmasın.

--

--